The Windborne City

Yol uzun, adımlar eski Gömleğimde yol tozları, ceplerimde paslı saatler Bir adam durmuş, sigarasını yakıyor Dünya dönüyor, kimse fark etmiyor Gökten düşen kuşları sayıyorum Her biri bir hikâye, kimisi unutulmuş Bir çocuk kaldırımlara tebeşirle yazıyor “Sonsuzluk tam olarak nerede başlar?” Caddeler gürültülü, yüzler sessiz Bar köşelerinde unutulmuş şarkılar var Her nota bir sokak lambasına asılı Yandığında hatırlanacak, söndüğünde unutulacak İstasyondan bir tren kalkıyor İçinde oturanlar, hiç varamayacakları yerlere gidiyor Ben de öyle, ama biletim yok...

March 6, 2025 · 1 min · Moya

Making Do

Çok şey istemedim bu hayatta. Büyük hayaller kurmadım, büyük cümlelerim olmadı. Küçük şeylerle mutlu olmayı bildim; bir kahve kokusuyla, usulca esen bir rüzgârla, unutulmuş bir şarkının aniden çalmasıyla… Hep böyleydim. Beklentisiz, sade, kendi içimde tam. Sonra sen geldin. Her şeyin fazlası oldun. Daha çok gülümsemek istedim, daha çok konuşmak, daha çok susmak. Daha çok sen olmak… Yanında yürümek istedim, hızlanmadan, yavaşlamadan, adımlarımızı birbirine karıştırarak. Birini istemek nasıl olurmuş, orada öğrendim. Öncesi silindi....

March 5, 2025 · 2 min · Moya

Across Faded Posters

Eski bir sesin vardı Merdiven boşluklarında yankılanan Kimsenin dinlemediği bir şarkıydı belki Ya da çoktan unutulmuş bir repliğin son yankısı Balkonlarından sarkan rüzgârların var senin Perdelerini uçuran, kapılarını çarpan Anılarını sokak lambalarına fısıldayan Sessizliğin ortasında çırpınan bir afiş gibi Birkaç uykusuz gecen var İçine gömdüğün saatler Ömrünü çeyrek dilimlere bölen takvimler Sigaranın ucundaki titrek ışık gibi Sönmeye hazır ama yanmaya inat eden Aklın, köşe başlarında bekleyen bir tren gibi Hiç varmayacağı bir istasyona doğru Hareket etmeye tereddüt eden Kollarında yorgun bir güvercin Gözlerinde asfalttan sıçrayan bir ışık huzmesi...

March 4, 2025 · 1 min · Moya

Incompleteness

Bazen en çok düğmeler kopar gömleklerden, Bir daha dikmeye üşenirsin, Sonra alışırsın eksikliğe, Kapanmaz ama dert etmezsin. Bazen en çok pencere pervazına yaslanırsın, Bir sigara, bir kedi, Bir de geç kalan akşam… Hepsi birbirine benzer, Ama hiçbiri tutmaz eskisinin yerini. Sonra en çok yollar uzar, İstasyondan kalkan trenler, Sokağın köşesinden kaybolan insanlar, Ve senin bir türlü varamadığın yerler… Öyle işte, Hayat dediğin, küçük eksilmelerden ibaret. Bir düğme, bir pencere, bir yol....

March 3, 2025 · 1 min · Moya

Istanbul Day

Baka kalırım giden geminin ardından; Atamam kendimi denize, dünya güzel; Serde erkeklik var, ağlayamam. Bu yıl, önceki senelerden farklı hissetmiyorum. Yine doğum günüm, yine ben, yine iç sesim ve yine zamanın hızına yetişemeyen bir şaşkınlık. “Ulan nasıl 34 oldum ben?” sorusuyla açtım sabahı. Geçen senenin 33’üne şaşırmıştım, şimdi 34’ü kabul etmeye çalışıyorum. Kabul etmek zorundayım çünkü zaman kabul etmesem de geçiyor. 34 kulağa ne kadar düz geliyor değil mi? Ne 33 gibi oturaklı, ne 32 gibi afili… Sanki her yaşın kendine has bir anlamı var ama 34 öylece gelmiş, masaya oturmuş, “Ben de buradayım” demiş gibi....

March 2, 2025 · 1 min · Moya

Something

Bir şey var, dokunuşunda saklı, Rüzgârın uğradığı bir sahil gibi, Gelip geçici değil, kök salan, Ve ben, hep orada kalmak isterim. Bir şey var, gülüşünde belki, Çocukluk hatıraları kadar tanıdık, Ama her defasında yeniden şaşırtan, İnsanı kendine esir eden. Bir şey var, bilirim sen de farkındasın, İki kelimeye sığmaz, tariflere sığmaz. Adını koymaya çalışsak, eksilir; Dokunmasak, yok olur belki. Ve ben, gitmek istemem artık, Çünkü o şey — adı olmayan o şey —...

March 2, 2025 · 1 min · Moya

Ferhangi

Geldim, gördüm, iç geçirdim… Bakkal gene veresiye defterini açmış, Kaldırım taşları hâlâ eğreti duruyor, Ve şu köşe başındaki çaycı, Her zamanki gibi çayın yanında dert de satıyor. Memlekette değişen bir şey yok işte, Minibüsler yine balık istifi, Şoför amca hâlâ “Arkaya ilerleyelim!” diye bağırıyor, Ama kimse ilerlemiyor. Zaten memlekette hiç kimse bir yere ilerlemiyor. Kahvede oturup eski dostları saydım, Biri evlenmiş, biri kaybolmuş, Biri geçen sene yazlığa taşınmış, Ama asıl bombayı İsmail patlattı:...

February 26, 2025 · 1 min · Moya

The Inevitable Change

Değişeceksin, vakti geldi; Direnme, zira zaman kimseye boyun eğmez. Akıp gider ırmak, taşları unutur; Ve insan, dünkü suretinde kalamaz. Dünya döner, mevsimler yorgun düşer, İnsanın yüreği, solan yaprak misali. Bırak geçmiş, rüzgârla savrulsun; Ve anılar, kekik kokulu bir lezzet olsun. Geçmişi meze niyetine sun, Ne damağı yaksın, ne gönlü sarsın; Sadece bir hatıra kalsın o günlerden, Zamanın tokadına inat, sessizce duran. Karanlık, sabrıyla saracak seni, Sessizliğiyle içini ürpertecek belki. Ama güneş, sabahı getirecek yine;...

February 23, 2025 · 1 min · Moya

While It is Snowing

Bir kar tanesi düştü alnıma, Ömrü kadar kısa bir serinlik, Bir anlığına ferahlık, Sonra eriyip kaybolan. Şehir, beyaza bulanmış, Ama sen bilirsin, Bütün o beyazlığın içinde Ne kadar siyah olduğunu gecenin. Bir çay söyledim, içi dumanlı, Karşısına oturttum kendimi, Baktım, Sokak lambaları üşüyor, Kaldırımlar titriyor, Biriken sessizlik dizlerime kadar. Kar yağıyor, ağır ağır, Herkes eve çekilmiş, Sanki dünya susmuş gibi. Ama içimde fırtına, Ama içimde eksik bir ses. Kimdi giden?...

February 22, 2025 · 1 min · Moya

Reflections

Saçım uzundur benim, Sakalım geç çıktı, geç kaldı dünyaya. Kirli, yamalı bir sabrın izinde büyüdü; Belki de bu yüzden kimse sevmedi beni, Ya da ben, sevilmeyi istemedim hiç. Yüzümde senelerin ağır izi var, Mezara kadar taşıyacak yaralarım. Biri görünür, biri gizli — Kanadıkça rahatlatan, kabuk tutmayan cinsinden. Yanık ellerim var, ateşi ezberlediğim, Gülümsememi saklayan kırık dişlerim, Ve susmayı öğrenen bir çocukluğum var. Geçmişim yaramazdı, ben susturdum. Aynada gördüğümle uyuşmayan bir ben,...

February 20, 2025 · 1 min · Moya