Baka kalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.
Bu yıl, önceki senelerden farklı hissetmiyorum. Yine doğum günüm, yine ben, yine iç sesim ve yine zamanın hızına yetişemeyen bir şaşkınlık. “Ulan nasıl 34 oldum ben?” sorusuyla açtım sabahı. Geçen senenin 33’üne şaşırmıştım, şimdi 34’ü kabul etmeye çalışıyorum. Kabul etmek zorundayım çünkü zaman kabul etmesem de geçiyor.
34 kulağa ne kadar düz geliyor değil mi? Ne 33 gibi oturaklı, ne 32 gibi afili… Sanki her yaşın kendine has bir anlamı var ama 34 öylece gelmiş, masaya oturmuş, “Ben de buradayım” demiş gibi. Biraz isteksiz, biraz mecburen.
Geçen yıllara bakınca değişmeyen tek şeyin mücadele olduğunu görüyorum. Hayat hâlâ bizi test ediyor, iç sesim hâlâ uyutmuyor, hâlâ “Bu kadar da olmaz” dediğim her şey bir şekilde oluyor. Ama garip şekilde alışıyorum, adapte oluyorum. Hayatta kalabilmek için bir ömür harcamaya devam ediyoruz. En kötü günümüz böyle olsun, bugünleri aratmasın. İstanbul, seni sevmiyorum.