Geceye karışan bir yol, sanki dünya susmuş da sadece lastiklerin asfaltta bıraktığı fısıltı konuşuyordu. Arka fonda cızırtılı bir radyo, yarım yamalak çalan bir Radiohead şarkısı – belki No Surprises, belki başka bir şey, kim hatırlayabilir ki? Camda biriken damlalar, sileceklerin tembel dansına yenik düşüyordu. Yol çizgileri yeni boyanmış, beyazı öyle keskin ki, gözlerin kayboluyor o ritmik yanıp sönüşte.

Bir an, her şey net: direksiyondaki ellerin, deri koltuğun soğukluğu, uzak bir benzin istasyonunun neon ışığı. Ama sonra, sis basıyor zihni. Nereye gidiyordun? Kiminleydin? O koku – ıslak toprak ve ucuz kahve – niye bu kadar tanıdık? Hatırlıyorsun, ama sadece hatırladığını. Geri kalan, geceyle birlikte kaybolmuş.

Sağa dönmen gerekiyordu sanki ama düz gittin. Belki bilinçli, belki değil. Direksiyon sana ait gibi ama kararlar başka birinden çıkıyor. Bunu fark ettiğin an, vites kutusunun üzerindeki ellerin titredi. Sol elinle radyoyu kapattın – sessizlik daha dürüst geldi. Çünkü müzik yalan söyleyebiliyor, ama sessizlik asla rol yapmaz.

Gözlerinin ucunda bir tabela belirdi: “Son çıkış – 2 km.” İçini bir telaş sardı, ama geçip gittin. Çıkmak istemedin belki de, ya da anlamadın nereden çıkacağını. Bazı yollar, yalnızca içeride bir yerden dönülebilir çünkü.

Arabanın içi giderek soğuyor. Dışarısıysa zaten hep aynı: gece, asfalt, kısa farların önünde titreyen sis. Zaman bile yavaşlamış gibi – bir saniye, bir saat; fark etmiyor artık. Düşünceler birbirine dolanıyor. Bir kahkaha çınlıyor kulağında, sonra bir sessizlik daha – bu sefer hatırladığın kadar ağır. Belki o kahkaha sana aitti, belki de bir başkasına.

Birden, ön camda silinmeyen bir buğu lekesi beliriyor. Parmak izleriyle yazılmış bir kelime sanki: “Geri dön.” Ama neye, kime? Ve asıl soru: dönebilir misin?