Ben bir ilişkiye inandırıldım. Bir geleceğe… Ortak bir hayale. Beraber yürüyeceğimizi sandım— Aynı yöne bakan iki insan gibi. Ve sonra bir sabah, ya da bir an, anılarım elimden alındı. Beni ortada bıraktı sessizlik. Ne bir açıklama, ne de net bir son. Sadece eksik cümleler ve boşluklar.

O günden sonra hiçbir şey net değildi artık. Önce uyku terk etti beni. Sonra düzenim dağıldı, zaman, akmayı unuttu. Düştüm. Ve düşmeye devam ettim. Ama bir yerde, biri ya da bir şey tuttu elimden. Bazı şeyleri çözmeye başladım. Hâlâ uğraşıyorum.

Ama en zor kısmı ne biliyor musun? Güzel anıların bile kirlenmiş olması. Onlara tutunamamak. Onların bile gerçekliğinden şüphe etmek. Geçmişe dönüp baktığımda “Ne yaşadık?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. “Hangisi gerçekti? Hangisi yalandı? Ben neden ikna oldum?”

Her gün bu sorularla uyanmıyorum belki, ama geçmişi düşündüğüm her an, bu tek soru dönüyor zihnimde: Gerçekte neydi?

Bilmiyorum. Zamanla çözülür belki. Belki de çözülmez, sadece kabullenilir. Ama bir yanım hâlâ anlamaya çalışıyor— o karmaşık hislerin, o yarım kalmışlığın ortasında bir hakikate ulaşmaya.

Ve ben, bir yandan hayatıma devam ediyorum. Ölüme değil, yaşama bakarak. Ama içimde hep bir mırıltı: Hangisi doğruydu? İşte, cevabı zamanın koynunda saklı.